SOĞUK BİR DÜŞÜNCE OLARAK ÖLÜMSÜZLÜK İHTİMALİMİZ

  


  KRİYONİKS: İKİNCİ YAŞAM UMUDU

"Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol

Ruhtımda kalkanlar bu seyehatten elemli
Günlerce siyah ufka bakarlar gözleri nemli
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu."

        

    Yahya Kemal'in ölüm kelimesini bir kere dahi zikretmeden metaforlar üzerinden onu anlattığı "anıt eser" olarak nitelendirilen bu şiirini hepimiz duymuşuzdur: İnsan, zamandan demir alır, yani ömrünü tamamlar ve meçhule giden o yola, ahirete doğru yola çıkar. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce yol alan, aslında içinde yalnızca "tek bir yolcu" barındıran gemi ise, tabuttur. Rıhtımda kalanlar, ölen kişinin "biçare" yakınlarıdır. Biçarelerdir, çünkü rıhtımda beklemek boşadır. Biçarelerdir, çünkü ölenin bir daha geri gelmesi mümkün değildir...Ölüm değişmez, ölen kişi için her zaman "devam eder". Biçarelerdir, çünkü ölüm sondur, ayrılıktır, yok oluş ve tükeniştir.
   

    Peki, günümüzde ölüm dünyadaki tüm insanlar için boyun eğilebilir mi? O gemiye binmeyi reddedenler, gideni beklemekten vazgeçmeyenler, yaşamın en sert, en güçlü gerçeği ile savaşmayı göze alanlar yok mu? İnsanın en başa çıkamadığı, teslim olduğu, en pasif kaldığı "o an" karşısında "biçare" durmayı kabullenemeyenler yok mu?

    İşte, belgeselimizin konusu aynı zamanda bu sorunun da cevabı...Sessiz gemi tek yolcusunu biraz bekleyecek. Nasıl olduğunu anlamak için edebiyattan bilime sert bir geçiş yapalım...


    Gelecekte canlandırma umudu ile bedenin düşük sıcaklıklarda korunması yöntemine kriyoniks, yani beden dondurma adı veriliyor. Amerika ve Rusya'da uygulanan bu teknoloji ile, beden, sıvı nitrojen içinde eksi 196 derecenin altında saklanıyor. Elbette, dondurma işlemleri ancak birey öldükten sonra başlayabiliyor. Burada önemli olan ölümden sonra kişiye bir an önce ulaşıp müdahale edebilmek. (Belgeselde bu süre 60 saniye olarak veriliyor.) İlk olarak damardaki kanlar çekiliyor, yerlerine buzlanma önleyici kimyasal madde enjekte ediliyor. Soğutma işlemleri için ısı yalıtımlı çantaya konulan kişi, vücut ısısı yaklaşık -196 dereceye kadar indirildikten sonra içi nitrojen dolu büyük metal silindirlere (cyro tüplerine) yerleştiriliyor. Böylece belirsiz, belki de sonsuz bekleyiş başlamış oluyor...
    

    Peki, nereden çıktı bu fikir? Şaşırmaya hazırlanın: Bu fikri ortaya atan ilk kişinin Benjamin Franklin olduğu söyleniyor. Benjamin Franklin, 18. yüzyılda ünlü tıp araştırmacısı Jacques Dubourg'a yazdığı mektupta şöyle diyor: "Keşke insanları dondurup ileride uyandıracağımız bilimsel bir metot mümkün olsaydı. Bu sayede Amerika'nın 100 yıl sonrasını bir günlüğüne görmeyi, ardından ölmeyi bile kabul ederdim. Bunu normal bir ölüme kesinlikle tercih ederdim. İleride bilimimizin bunu da başaracağından hiç şüphem yok." Bu mektuptan tam 200 yıl sonra, fizikçi Robert Ettinger beden dondurma üzerine araştırmalar yapıyor ve bunun bir hayal olmadığını öngörüyor. (Ayrıca kendisi "kriyoniks" terimini ortaya atan ilk kişi. Bu terim Yunanca "soğuk" anlamına geliyor.) Daha sonra tüm bu fikirler ciddi şekilde ele alınarak çalışmalara başlanıyor ve araştırmalar yeterli düzeye ulaşıldığında Cyronics Enstitüsü kuruluyor. Cyronics Projesi'nin esin kaynağı ise, kış uykusuna yatmadan önce kendini donduran bir kurbağa cinsi. Bu kurbağa, kendini dondurarak adeta bir taşa dönüşüyor, kış sonunda ise eski vücut ısısına dönerek hayatına devam ediyor.

    

    Günümüzde bu proje çerçevesinde hizmet veren birkaç tane şirket bulunuyor. Şu an için şirketlerin bünyesinde toplam 230 adet ölü bulunduğu söyleniyor. Henüz hayatta olup bu projeden yararlanmak için anlaşma yapan ise 1000 kişi var. Bu insanlar belirsizliğin, kesin ölümden daha iyi olduğuna inanıyorlar. Şirketler, hala hayatta olan müşterilerinin yabancı bir ortamda ölüm hali için onlara "defnetmeyin" ve "otopsi yapmayın" yazan bir bileklik vererek dondurma işlemini garanti etmeye çalışıyor. Hatta bileklikte, bedenin acil bir şekilde nereye gönderilmesi gerektiği dahi belirtiliyor. Ancak "çözülme işlemi" denilen son evre, hala garanti edilemiyor. 
    


    Tarihin ilk dondurulan insanı ise, James Bedford adlı ABD'li bir profesör. Böbrek kanseri olan ve tedaviye cevap vermediği için ölümü beklenen Dr. James Bedford, ileride hastalığına bir çözüm bulunacağı ve dondurulmuş insanları geri göndürmenin bir yolunun keşfedileceği umudu ile, kendi isteği ile cyro tüpüne giriyor. İlerleyen yıllarda onunla birlikte 8 kişi daha donduruluyor, fakat 1979 senesinde, enstitüdeki soğutma sistemindeki arıza nedeniyle dondurulan kişilerinin vücutlarının feci bir şekilde çürüdüğü görülüyor. İçlerinden ancak James Bedford'un bedeni kurtarılabiliyor. Bu skandaldan sonra geleceği tehlikeye giren proje küllerinden doğuyor ve beden dondurma işlemleri giderek daha profesyonel bir hal alarak günümüze kadar ulaşıyor. 
   

     2016 yılında, İngiltere'de bedenini dondurmak isteyen 14 yaşında kanser hastası bir kız çocuğu, konu ile ilgili Yüksek Mahkemeye başvurmak zorunda kalıyor. Çocuğun babası, kızının 200 sene sonra hayata dönse dahi hiçbir akrabasının olmayacağını, hiçbir anısını hatırlamayacağını ve İngiltere'den uzakta, başka bir ülkede çaresiz bir durumda olacağını düşünerek dondurma işlemine karşı çıkıyor. Ancak Yüksek Mahkeme, annenin kızının bedenine ne olacağına karar vermesine izin veriyor. Çocuk yargı sürecinde hakime yazdığı mektupta ise şunları söylüyor: "Benden neden bu alışılmadık şeyi yapmak istediğime dair bir açıklama isteniyor. Ben sadece 14 yaşındayım ve ölüyorum. Dondurulmanın, yüzyıllar sonra bile olsa bana iyileşme ve yeniden uyanma şansını kazandıracağına inanıyorum. Toprağın altına gömülmek istemiyorum. Yaşamak, uzun yaşamak istiyorum ve gelecekte kanserim için bir tedavi bulunacağını ve beni uyandıracaklarını düşünüyorum. Bu şansa sahip olmak istiyorum. Bu benim tek dileğim." Konu ile ilgili olumlu karar veren hakimin, bilimsel değil etik bir karar verdiğinin altını özellikle çizdiğini belirtelim.
    
    Beden dondurma işlemi ile ilgili hala farklı görüşler mevcut. Psikoterapist Jeffry Kauffman, bu insanların uyanabildikleri taktirde "Ben kimim?" sorusunu yoğun olarak hissedeceklerini ve o günün insanlarının onları "hayalet" olarak göreceğini söylüyor. Antropolog Abou Farman ise insanın "her duruma uyum sağlayabilecek dayanıklı bir varlık" olduğuna inanıyor.

    Birçok bilim adamı tarafından, kriyoniks teknolojisinin ilerlemesi ile birlikte bireylerin uzun yıllar süren uzay yolculukları için dondurulabileceği, böylece insanlığın uzaya açılmasının önündeki en önemli engellerden birinin kalkacağı belirtiliyor.

    Gelelim belgeselimize..




        Belgesel Taylandlı bir bilim insanı ve ailesinin, ölümcül bir beyin kanseri nedeni ile ölmekte olan 2 yaşındaki Einz adındaki bebeklerini kriyonik olarak dondurmaya karar vermelerinin hikayesi...Bilim adamı olan baba, kızını bu hastalıktan kurtarmak için gecesini gündüzüne katarak çalışsa da, başarılı olamayacağını anladığında ailesini Einz'ı dondurmaya ikna ediyor. Belgeselde, ailenin 17-18 yaşlarındaki oğulları Matrix ile de tanışıyoruz. Matrix, babasının yolunda genç bir bilim insanı adayı. Belgesel babanın mücadelesi ile başlasa da sonrasında Matrix'in görevi devraldığını görüyoruz. Matrix, insanlık kardeşi için beklediği teknolojiye eriştiği zaman, anne-babasının hayatta olamayacaklarını, kendisinin ise bir gün yeniden kız kardeşi ile buluşabileceğini düşünüyor. Bu amaç için Amerika'ya giderek, beyin dondurma çalışmaları yapan bilim adamlarıyla dahi görüşüyor. Anlayacağınız kardeşine çok düşkün olan Matrix, hayatını onun geri dönmesi için bir çözüm yolu bulmaya adıyor. 




    Einz'ın dondurulmasından sonra, Matrix'i kardeşi adına görev yapmak için iki hafta boyunca keşiş çıraklığı yaptığını görüyoruz. Matrix, bu şekilde dini bir görev yaparak kardeşine ahiret hayatında himaye sağlamayı amaçlıyor. Meseleyi biraz açalım: Bilindiği üzere budizm, çoğunlukla reenkarnasyon denilen doğum-ölüm döngüsünün tekrarı ve dolayıyla "ruh" kavramı üzerine oturtulmuş bir inanç. Budist bakış açısı "ölümü bir düşman olarak gören tüm yaşamı düşman olarak görür" demekle birlikte, aslen bedeni bir anlamda düşman olarak görüyor. Budizm öğretisi, budist uygulayıcıların her gün kendilerine ölümü ve gelip geçiciliği hatırlatması gerektiği, kalıcı olma hissinin ise "cehalet içeren bir arzu" olduğunu savunuyor. (Ayrıca bakınız: studybuddhism ) İşte tam da bu yüzden izleyicinin kafasında budizm inancına bu denli bağlı bir ailenin, kızlarının bedenini dondurma kararını nasıl verebildiği sorusu oluşuyor.
   


   Belgesel ciddi anlamda yürek yakan cinsten. Aile üyeleri, Einz'ı ziyaret etmek için bir kapsülün önüne gelip hep beraber soğuk metale dokunduklarında kahroluyorsunuz. Aile, kızları uyandığı zaman ona anılarını geri vermek ve ona olan sevgilerini hissettirmek için fotoğraflar, videolar, mektuplar, oyuncaklar, kişisel eşyalar içeren anı çantaları hazırlıyorlar. Hatta, bu belgesel dahi, onun izleyebilmesi için şu anda bir yeraltı mahzeninde saklanıyor. 
 

Babanın, belgesel sırasında kurduğu, ilginç olduğu kadar acı verici cümle ile yazıyı sonlandırıyorum: 
    "Zamanım var. Bin yıl geçmesi gerekiyorsa bin yıl geçsin, ben yine beklerim. Hem belki o zamana zaman yolcukları da mümkün olur. Bebeğim ailesinin yanına gelir. Ben kızıma bir fırsat vermek istiyorum. Hayat yoksa, fırsat da yoktur."

Bir şarkı: Sessiz Gemi


BİLGESEL PUANI: 9.4/10 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GEÇTİĞİMİZ AYIN EN BÜYÜK KAYBI: KÖTÜ ŞÖHRETLİ RBG

BİR BANKSY FİLMİ: EXIT THROUGH THE GIFT SHOP